Film, bir adamın, kızı ve atıyla birlikte izole bir çiftlikte yaşadığı günlük rutinlerini takip ediyor. Hikaye, çiftlikteki hayatın monotonluğunu ve sıradanlığını gözler önüne seriyor. Ancak bu rutin, birçok olayla alt üst olmaya başlıyor: at, yemek yemeyi reddeder ve bu durum ailenin yaşamını etkilemeye başlar.
Not Rated
Bela Tarr’ın The Turin Horse’u, zamanın yavaş akışıyla ve hipnotik görselliğiyle beni derin bir varoluşsal sorgulamaya sürükleyen bir deneyimdi. Filmde, bir çiftçi ve kızının tekrar eden gündelik yaşamları, neredeyse somut bir gerçekliğe dönüşüyor. Patates yemek, su almak, kıyafet giymek gibi sıradan eylemler bile giderek kaçınılmaz bir sonun habercisi gibi hissettirmeye başlıyor. Atın ölümü ise, insanlığın tükenişine dair karanlık bir alegori olarak filmin merkezinde duruyor. Uzun planların içine hapsolmuş kasvetli atmosfer, karakterlerin sessiz çöküşünü daha da vurguluyor. Tarr’ın sinema anlayışı, geleneksel hikâye anlatımına meydan okuyor ve izleyiciyi pasif bir gözlemci olmaktan çıkarıp filmle yaşayan bir varlık hâline getiriyor. Bazıları için yorucu olabilir, ama benim için bu film, sinemanın sınırlarını zorlayan bir deneyim sunuyor
Iyi bir film dayankli